Gerçek gazetesi
Gerçek gazetesi

Gerçek gazetesi

Gerçek

Overview
Episodes

Details

Sermayenin yalanlarına karşı işçi sınıfının gerçekleri

Recent Episodes

Sungur Savran: Sungur Savran Kapitalizmin son yüzyılının ilk çeyreğini geride bırakırken (2)
DEC 9, 2025
Sungur Savran: Sungur Savran Kapitalizmin son yüzyılının ilk çeyreğini geride bırakırken (2)
21. yüzyılın ilk çeyreğini deviriyoruz. Bu yüzyıl öylesine sarsıntılı başladı ki ilk çeyreğin sonunda bir envanter çıkarmak yararlı olacak. Nereden geldik, nereye gidiyoruz? Çeyrek yüzyılın ötesine geçtiğimizde dünyanın nasıl bir gelişme yaşayacağını anlayabilmek için yılın son aylarında başladığımız bu dizinin ilk kısmında yaşadığımız büyük sarsıntının ardında dünya ekonomisinin 2008’den beri içine düştüğü çok ağır bir ekonomik krizin, Üçüncü Büyük Depresyon olarak anılması gereken bir buhranın bulunduğunu anlatmıştık. Bütün ülkelerde borsaların aşırı şişkin bir düzeye yükseldiğini, bunun 2008 gibi çok ağır bir balon patlamasına yol açabileceğini, ayrıca Afrika’nın en yoksul ülkesinden dünyanın en büyük ekonomisine sahip ABD’ye kadar bütün ülkelerin bir borç denizinde yüzmekte olduğunu, nihayet dünya çapında rezerv para rolünü üstlenen dolardan ve onun açık ara ardından gelen avrodan altına doğru bir kaçış yaşandığını, yani dünya ekonomisine karşı güvenin de yerlerde süründüğünü anlatmıştık.Dizinin bu ikinci kısmında bu derin ekonomik krizin üstyapısını, politik ve ideolojik alandaki etkilerini konuşacağız. Göreceğiz ki, 80 yıldır ilk kez konuşulması gereken konular var. Dünya ve Türkiye solu Sovyetler Birliği’nin dağılması döneminde girdiği hayal dünyasında hâlâ debelenirken, küreselleşmenin savaşı olanaksızlaştırdığı fikriyle oyalanırken, bizim partimiz 2016’da tam da bu konuda toplanan 1. Olağanüstü Kongresi ile bir Üçüncü Dünya Savaşı tehlikesinin yakın, elle tutulur, somut bir tehlike olduğunu ortaya koymuştu. Şimdi Pentagon’un, yani isim babası Trump’ın kararıyla adı değiştirilmiş olan Savaş Bakanlığı’nın başında olan Peter Hegseth içinde bulunduğumuz zaman diliminin bir “1939 ânı” olduğunu ilan etti! Eğer savaş dönencesine girdiysek her şeyin tartışılması ona tâbi olmak zorundadır. Bugün insanlığın ulaştığı kitlesel imha silahları düzeyi göz önüne alınırsa dünya savaşı yeryüzünde canlı hayatın sonu dahi demek olabilir. Dolayısıyla bu ikinci yazımız esas olarak savaş konusuna odaklanacak. Yalnız oraya geçmeden önce, bizim yeni yüzyılın başından beri dikkat çektiğimiz, son on yıldır da hakkında uyarı üzerine uyarı yaptığımız dünyayı saran faşizm tehlikesine de sadece hatırlatma bâbında da olsa değineceğiz.Yazımızın ana gövdesine geçmeden önce bir metod sorununa değinelim. Ünlüdür, Marx’la biraz ilgilenen herkes duymuştur muhtemelen. Marx kapitalist üretim tarzının doğasını incelerken ampirik verilerini daima 19. yüzyıl ortası İngiltere’sinden seçmiştir. Bunun nedeni sadece araştırmasını yaparken o ülkede yaşıyor olmasının yarattığı veri toplama kolaylığı değildir. Çok daha önemlisi, kapitalist üretim tarzının ülkede diğer bütün ülkelerden çok daha gelişkin olması, yani doğasının incelenmesi ve yasalarının keşfi açısından en olgun malzemeyi sunmasıdır.Kapitalizmin hayatının incelenmesi bakımından en verimli alan 19. yüzyıl ortası İngiltere’si olabilir. Artık 21. yüzyılın çeyreğini devirdik. Dünya alabildiğine değişti. Kapitalizmin can çekişmesinin laboratuvarı artık ne İngiltere’dir ne başka ülke. Amerika Birleşik Devletleri’dir. Bu en azından 1945’ten beri geçerli. Ama Trump’ın başa gelmesiyle, hele Beyaz Saray’a ikinci kez yerleşmesiyle ABD’nin sadece laboratuvar karakteri değil, diğer ileri (emperyalist) kapitalist ülkelere yol gösteren rehber karakteri iyice perçinlendi. Yaklaşık 10 yıldır her kıtada fırtınalı bir yükseliş kaydeden faşizm, en son 2022’de Giorgia Meloni’nin kurduğu hükümetle İtalya’da iktidara geçti ama Meloni İtalya’da tek başına bir hamle yapmasının güçlüğü dolayısıyla başa geldiğinden beri top çeviriyor. Ne var ki ABD başka. ABD dünyanın en kudretli ülkesi. Onun başına Trump gibi hem aşırı hırslı hem yaşlı olduğu için acelesi olan bir faşist (ön-faşist dersek daha doğru olur) geçince ABD çağımız kapitalizminin bütün özelliklerini en iyi temsil eden ülke haline geldi. Bu yüzden bu yazıda hemen hemen bütün ampirik malzememizi ABD’den alacağız.
play-circle icon
7 MIN
İmralı çıkartmasının perde arkası
DEC 9, 2025
İmralı çıkartmasının perde arkası
İmralı’ya bir heyetin gitmesine yönelik tartışmalar uzun süre gündemin en ön sırasında yer aldı. Bir anda Bahçeli’nin çıkıp MHP grup toplantısında İmralı’ya gidilmesi için nutuk atması ve MHP milletvekillerinin ayakta alkışlarıyla bunun için icazet alması son dönemde artık alışmaya başladığımız trajikomik sahnelerden birini daha bizlere izletti. Tabii bu sahne belirli bir amaç için kurgulanmıştı. Erdoğan ve Bahçeli arasında “petrol açılımı”nın temposu konusunda bir açı farkı var. Erdoğan yarı askerî rejimin sürece mesafeli yaklaşan unsurlarının basıncı altında biraz daha ihtiyatlı hareket ederken, MHP lideri Devlet Bahçeli ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan çok daha hızlı hareket etme eğilimi gösteriyor. Nitekim süreç, özellikle Suriye bağlamında yeniden tıkanma emareleri gösterince, ikisi de fazla mesai yapmaya başladı. Hakan Fidan’ı Vaşington’a uçuran, Devlet Bahçeli’yi de alelacele meclise koşturtan sürecin arkasında bu tıkanma vardı.Süreç Suriye’de tıkandı! ABD “sen tıkanıklığı açmazsan biz açarız” dedi!HTŞ lideri Ahmet eş-Şara Trump’ın huzuruna çıkacaktı ve HTŞ ile PYD arasındaki görüşme trafiği de hızlanmıştı. İktidarın petrol açılımının Suriye ayağı, HTŞ ve PYD’nin Türkiye’nin himayesinde bir anlaşmaya varmasını öngörüyordu. Oysa işin Türkiye ayağında süreç yavaş ilerlediği için HTŞ ve PYD’nin Türkiye’yi beklemeden ABD ve İsrail’in himayesinde bir anlaşmaya yönelmesi tehlikesi doğdu. Zira basına sızdırılan haberlerde PYD/YPG’nin kendi yapısını ve konuşlanmalarını koruyarak tümen ve tugaylar düzeyinde HTŞ yönetiminin silahlı kuvvetlerine entegre olacağı iddiaları yer alıyordu. Ayrıca Şam ordusunun üst düzey kademelerinde YPG’li komutanların bulunacağından da bahsedilmekteydi. Bu model 10 Mart’ta Şam’da HTŞ lideri Eş-Şara ve YPG lideri Mazlum Abdi arasındaki mutabakatın pek de Türkiye’nin hoşuna gitmeyen bir yorumuydu. Tüm bunlar olurken HTŞ rejimi İsrail’le İbrahimî anlaşmalara dahil olmak konusunda adımlarını hızlandırıyordu. Vaşington’dan çıkan bir diğer sonuç ise HTŞ’nin IŞİD karşıtı koalisyona katılmasıydı. IŞİD’in eski emirinin IŞİD karşıtı koalisyona katılması büyük bir kara mizah örneği elbette ama eş-Şara IŞİD emiriyken de şimdi de emperyalist/Siyonist çıkarlar için çalıştığından ortada anormal bir durum yok. Bu haberin esas önemi ise IŞİD karşıtı koalisyonda Türkiye resmen yer almadığı halde YPG’nin fiilen bu koalisyonun en aktif ve önde gelen kara gücünü oluşturması. IŞİD'e Karşı Uluslararası Koalisyon'un eski sözcüsü tarafından yönetilen bir Amerikalı danışmanlık şirketinin Rojava’da Amerikan yatırımlarını çekmek üzere ofis açmasının da aynı döneme gelmesi tabii ki tesadüf değil. Yarı askerî rejimde telaş: Hakan Fidan’ı Vaşington’a uçuran Devlet Bahçeli’yi meclise koşturan neydi?İşte süreç bu minvalde ilerlerken Hakan Fidan Vaşington’a uçtu. Trump’ın isteği doğrultusunda eş-Şara ile yapılan toplantıya katıldı. Trump’ın Suriye politikasında Türkiye’ye önemli bir rol vermek istediği başından beri biliniyor. Çünkü Trump, Türkiye’yi Amerikan ve İsrail çıkarları doğrultusunda İran’ın karşısına çıkartmak istiyor. Bu doğrultuda ABD, Türkiye sömürgeci burjuvazisinin yayılmacı emellerini gıdıklıyor ama aynı zamanda da Türkiye’nin Rojava’daki Amerikan vekilleriyle ve İsrail’le iyi geçinmesini de şart koşuyor. Hakan Fidan’ın toplantıya alınması da belli ki bu koordinasyonu sağlama amacını güdüyordu. Hakan Fidan, Vaşington’dan telaşla döndü. ABD’nin, HTŞ’nin ve PYD’nin tamam dediği modeli Türkiye’deki yarı-askerî rejimin tüm kanatları için daha kabul edilebilir hale getirmek için bir şeyler yapmalıydı. Sürecin başından itibaren gerek Hakan Fidan gerekse de Devlet Bahçeli’nin açıklamaları PYD’yle anlaşmaya daha yatkın bir eğilimi yansıtsa da yarı-askerî rejimde bu tür bir olasılığa şiddetle karşı çıkan eğilimler de var. Bu eğilimler Erdoğan’ı sıkıştırıyor. Eğer Vaşington’daki model bu kesimi tatmin edecek hale getirilmezse işlerin karışacağı belliydi.
play-circle icon
11 MIN
Yaklaşan bölgesel savaşta Siyonistlerin, emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin karşısında, Filistin’in ve Batı Asya’nın tüm emekçi halklarının yanında olalım!
DEC 9, 2025
Yaklaşan bölgesel savaşta Siyonistlerin, emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin karşısında, Filistin’in ve Batı Asya’nın tüm emekçi halklarının yanında olalım!
Ekim ayında yürürlüğe giren Trump imzalı ateşkes, İsrail’in her gün yüzlerce Filistinliyi katlederek sürdürdüğü soykırımı yavaşlatmış olabilir. Fakat ateşkes, ne Filistin’in Siyonistlerce işgali ne bölgede emperyalizmin çıkarları doğrultusunda yürütülmeye çalışılan dönüşüm ne de bu ikisinin bir parçası olarak yaklaşmakta olan bölgesel savaş konularına köklü bir değişiklik getirdi. Trump, tahayyül ettiği Batı Asya’yı (Ortadoğu) Netanyahu ile el birliği içinde şekillendirmeye devam ediyor. Türkiye’deki istibdad rejiminin de desteğini alan bu girişim, Filistin devletinin kurulmasına dair hiçbir güvence içermiyor, Trump başkanlığında bir geçiş yönetimi ve bir askerî gücün Gazze’ye yerleşmesini öngörüyor. Direniş örgütlerinin sert tepki gösterdiği plan, adeta Filistin’de Siyonist işgalin sürmesinin teminatı gibi. Üstelik oluşturulacak yapıların görevleri arasında “insan hareketliliğinin düzenlenmesi” de var. Yani, etnik arındırmanın hızlanarak devam edeceği sır değil. Diğer yandan, Filistinlilerin silahlarını nasıl ve hangi aşamada bırakacakları konuşuladursun, İsrail Gazze’de canının istediği gibi, türlü bahaneler ileri sürerek yeni saldırılarla ve yardım girişlerini zorlaştırarak insan öldürmeye devam ediyor.ABD’nin planı ve önündeki engellerABD emperyalizminin Trump önderliğindeki planı, merkezinde İsrail’in olduğu, etrafında İbrahimî anlaşmalar ya da başka tür “hizalanmalarla” bir araya gelmiş geniş bir Batı Asya, Kuzey Afrika, Kafkaslar ve (son olarak da) Orta Asya koalisyonu. Bu güçlerin bir araya gelme sebebi Filistin meselesinin bir şekilde ayak bağı olmaktan çıkarılması, ardından bölgenin önce İran’dan ama hemen ardından da Rusya ve Çin’den temizlenmesi. Çin’in Kuşak ve Yol projesinin bölgedeki mevzilenmesinin engellenmesi, İran’da rejim değişikliği veya en azından İran’ın nükleer teknolojiden kesin bir şekilde mahrum bırakılmasını temin etmek. Bu arada hizaya giren herkese de bazı ödüller veriliyor. Fas’a Batı Sahra meselesinde elini rahatlatan bir BM kararı, Emirliklere istediği ileri teknoloji askerî malzeme vb.Ama bunların ilerledikleri yolda önemli engeller var. Öncelikle Filistin, yüzbinlere ulaşan kayıplarına karşın Siyonist düşmana teslim olmadı. İsrail’in ateşkes sonrasında yaptığı yüzlerce saldırı da Filistinli mahkumların gerektiğinde idam edilmesini içeren ya da idarî tutukluluk adı verilen uygulamayı 48 topraklarındaki Filistinlilere de yayan düzenlemeleri ilan etmesi de sonucu değiştirmedi. Hatta, Batı Şeria’ya yaptığı baskınların son günlerde dayanılmaz bir hal alması da Filistin halkının ve direniş örgütlerinin direncini kıramadı.Silahsızlandırılmaya çalışılan İran, henüz nükleer teknoloji sahibi olmaktan vazgeçmedi. Tüm düşmanları nükleer silahlara sahip olan İran’ın sivil nükleer teknolojiye sahip olması da nükleer silah sahibi olması da meşru elbette. Ama bu durum, ABD’nin de İsrail’in de yeniden İran’a saldırmasının zeminini hazırlıyor. Sadece İran değil. Lübnan, Yemen ve Irak’ta konuşlu direniş cephesi güçleri de emperyalizmin bunları silahsızlandırma konusundaki ısrarına karşın silahlarını muhafaza etmekte. İsrail ve ABD bölgesel savaş arayışlarını mutlaka sürdürecekler.Emperyalizm ve Siyonizm cephesinde toplananlarİsrail’in yanında ise çok sayıda güç artan bir hızla toplanıyor. 2020’de Trump’ın başlattığı İbrahimî Anlaşmalar furyası, Emirlikler, Bahreyn, Fas ve Sudan’ın İsrail ile yakın ilişkiler tesis etmesi ile sonuçlanmıştı. Suudi Arabistan bunlardan biraz daha dişli bir güç olarak kendisini pazarlamaya çalıştı ve henüz bu kervana katılmadı. Bazıları bunun Filistin’in tanınması şartını ileri sürmesinden kaynaklandığını düşünse de asıl neden Suudi Arabistan’ın ABD’den nükleer teknoloji istemesi. ABD değilse de İsrail şimdilik buna izin vermiyor. Ama bu durum, Muhammed Bin Selman (MBS) idaresindeki bu krallığın bir orta yola ikna edilemeyeceği anlamına gelmiyor. MBS yakın zamanda Beyaz Saray’ı ziyaret etti. Bunun ayrıntılı sonuçlarını yakında öğreneceğiz.
play-circle icon
10 MIN
Armağan Tulun: MESS düzeni budur: 8 Mart’ta çiçek dağıtır, süt iznine göz diker!
DEC 9, 2025
Armağan Tulun: MESS düzeni budur: 8 Mart’ta çiçek dağıtır, süt iznine göz diker!
2025 yılı kapanıyor. Kürsülerden şatafatlı sözlerle “Aile Yılı” ilan edilen 2025 yılı… Sermayenin istibdadı bu kapsamda aileyi güçlendirmekten, nüfus artış hızını desteklemek için doğum teşviklerinden, sosyal ve ekonomik desteklerden bahsetti. Sözde kadınların sorunlarını gözeten politikalar izliyormuş gibi kendisini göstermeye çalıştı. Ama yılı kapatırken “Aile Yılı”nın gösterdiği gerçekler başka: Emekçi kadınlar için artan yoksulluk, fabrikada emeğinin daha değersiz hale gelmesi, evdeki emeğinin daha görünmez olması, bakım yükünün katlanması, şiddete maruz kalan ve kadın cinayetlerinde yaşamını yitiren kadınlar…İktidarın sözcüleri yine işlerini yaptılar tabii. “1,5 milyon kadını istihdama kazandırdık” diyorlar. Evet, 1,5 milyon kadın “Aile Yılı”nda emekçi ailesi açlıkla terbiye edildiği için, geçinemediği için işgücüne katıldı. Esas soru ise şu: Bu 1,5 milyon kadın ne tür işlerde, hangi şartlarda istihdam edildi? Cevap belli: düşük ücretlerle, güvencesiz, yarı zamanlı, esneklik adı altında kuralsızlığın hâkim olduğu işlerde.Tüm bunlar ortadayken kadın emeğine yönelik saldırının bir cephesi de metal işkolunun en büyük toplu iş sözleşmesi masası oldu. Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS), yaklaşık 150 bin işçiyi kapsayan grup TİS görüşmelerinde kadın işçilerin günlük bir buçuk saatlik süt iznini birleştirerek haftada bir tam gün izin kullanmasını sağlayan maddenin sözleşmeden çıkarılmasını talep etti. Sözleşmeye bir gün refakatçi izni eklenmesi talebini reddetti. İşyerinde şiddet ve tacizi önlemek için Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’nun bu konuda temel bir çerçeve sunan 190 sayılı sözleşmesinin referans alınması talebini de yine MESS kabul etmedi. Kim bu MESS fabrikaları? Arçelik’ler Ford’lar, Mercedes’ler, Bosch’lar… Yıllardır 8 Mart’larda pembe kurdelelerle, sosyal medya iletişimleriyle, “HeForShe gönüllüsüyüz”, “cam tavanları birlikte kırıyoruz”, “kadına yönelik şiddete sıfır tolerans” kampanyalarıyla ortalıkta poz kesiyorlar. Bazıları kendini kaptırıp 8 Mart’ı, Dünya Emekçi Kadınlar Günü diye kutlamaya bile kalkıyor. Yılda bir gün fabrikalara, işyerlerine mor balon asıp, çalışan kadınlara çiçek dağıtıp sosyal medyada cinsiyet eşitliği dersi verenlerle bugün süt iznine göz dikenler aynı şirketler! “Şiddete sıfır tolerans” diye boy boy reklam yapanlar, otellerin konferans salonlarında konuşmalar yapanlarla ILO 190’ı reddedenler aynı şirketler! Kadın mühendisliği teşvik ediyoruz diye afişler bastırıp, “İşin cinsiyeti yok, kadınların yapamayacağı iş yok!” diye reklam filmi çekenlerle hafif işlerde çalışabilir raporu alan işçi patronun önerdiği işi kabul etmezse ihbar tazminatını vermeden kapının önüne koyabileyim isteyen aynı patronlar! Ama bu tutarsızlık değil, ikiyüzlülük değil, bu MESS düzeninin ta kendisi, sermayenin çıkarlarını her şeyin üzerinde tutan kapitalist sistemin gerçeği. Sorun kadınların ilerlemesinin önünde görünmez cam tavanlar değil, patronların işçilerin haklarını gasbetmeye yönelik dayatmaları. Sorun eşitlik maskelerinin ardında kadın erkek ayırt etmeksizin bütün işçileri aşağıda gören, hor gören erkek egemen kapitalist düzen.
play-circle icon
7 MIN
Başyazı: Tiyatro izleyerek değil örgütlenerek ve mücadele ederek kazanırız (Aralık 2025)
DEC 9, 2025
Başyazı: Tiyatro izleyerek değil örgütlenerek ve mücadele ederek kazanırız (Aralık 2025)
2025 yılını açlık sınırının 30 bine yoksulluk sınırının 100 bine dayandığı bir hayat pahalılığı ile bitiriyoruz. İşsizlik koronavirüs salgını dönemindeki düzeylerine çıkmış vaziyette. Milyonlar işsiz, işi olanlar güvencesiz ve açlık sınırının altındaki asgari ücrete mahkûm edilmiş durumda. Bugün Türkiye’nin başlıca gündemleri bunlar olmalı. Çünkü halkın emekçi çoğunluğunun sabahtan akşama hayatını meşgul eden hatta gece uykularını kaçıran kabuslar yaşatan gündem bu. Sermayenin iktidarı ne yaparsa yapsın bu gündemden tabii ki kaçamaz. Ama yıllardır asgari ücret konusunda yaptığı gibi meseleyi komisyona havale edip orada oynattığı tiyatroyla gündemi sulandıracaktır.Asgari ücret tespit komisyonu tam bir tiyatro sahnesidir. Hükümetin, patron ve işçi taraflarının beşer temsilci ile yer aldığı 15 kişiden oluşan bu komisyon en az 10 kişiyle toplanır ve çoğunlukla karar verir. Bu denklemde hükümet de sermayenin iktidarını temsil ettiği için her daim patron tarafının dediği olur. Kırk yılda bir asgari ücret seçim dönemine denk gelirse patronların itiraz ettiği olur ama seçim geçer geçmez iktidardan istediklerini fazlasıyla alırlar. İşçi tarafını temsil eden Türk-İş de yıllarca bu tiyatronun figüranlığını yapmıştır. Türk-İş’in sendika ağalarına verilen replik gereği biraz sitem ederler, işçinin geçim sıkıntısından dem vururlar, sonunda da karara şerh düşerler o kadar. Son yıllarda bu tiyatrodan insanlara gına geldiği için işçileri komisyona getirip konuşturup biraz senaryoyu değiştirmeye çalıştılar ama artık onun da tiyatronun bir parçası olduğunu herkes görüyor. Nihayet bu yıl Türk-İş asgari ücret komisyonuna katılmayacağını açıkladı. Doğru tutumdur. Ama bu tutumun gereği mücadele alanında yapılmalıdır. Çünkü hükümetin Türk-İş’in bu tavrından etkilenip de asgari ücreti geçinmeye elverişli bir seviyeye getireceği falan asla yoktur. Türk-İş’in tavrını yeni bir tiyatroya dönüştürmeye çalışıyorlar. Bunun için komisyonun yapısını değiştirmeyi öneriyorlar. İşçi ve patron beşer temsilci gönderecekmiş hükümet ise sadece bir kişiyle yer alacakmış. Ha ali veli ha veli ali! Hükümet patronların iktidarı oldukça yine çoğunluk işçiye karşı olacak. Üstelik Türk-İş katılmadığında komisyonun çalışması riske giriyor, 10 kişiden bir kişi gelmese komisyon karar alamıyor. Belli ki iktidar bu riski de bertaraf etmenin derdindedir. Türk-İş’in asgari ücret komisyonunu boykot etmesinin bir kıymeti olacaksa bunun gereği bir örgütlenme ve mücadele seferberliği başlatmaktır. Çünkü geçinebilecek ücreti hükümetten beklemek boşunadır, işçiler bu ücreti patronlardan örgütlenerek ve üretimden gelen gücünü kullanarak söke söke almak zorundadır. Bugün bir nebze olsun geçinebilecek ücrete ve sosyal haklara sahip olan işçiler örgütlü işçilerdir. Bu seferberliğin gereği dün Polonez’de bugün Şık Makas’ta (Tokat) olduğu gibi bir işyerinde örgütlenme mücadelesi varsa hep birlikte o mücadeleye sahip çıkmaktır. Aynı şekilde işçiler geçinebilecek bir ücret için patronlara karşı bugün Smart Solar grevinde olduğu gibi yarın MESS sözleşmesinde mutlaka olacağı gibi mücadele ediyorsa konfederasyon ayrımı yapmadan hep birlikte bu mücadelelerin kazanması için seferber olmak gerekir. Örgütlenme ve mücadele seferberliğinin mutlak bir de gereği DİSK’iyle Türk-İş’iyle tüm konfederasyonların el ele vererek örgütlenmenin önündeki fiili ve yasal engellerin kaldırılması için ortak mücadele etmesidir. Aynı şekilde tüm işçi ve emekçi sendikaları vergi adaletsizliğine karşı ayağa kalkmalıdır. Ayrı gayrı yok Birleşik İşçi Cephesi var demenin zamanıdır. İşte o zaman patronların ve iktidarın birlikte sahnelediği ve sonu hep aynı olan tiyatroyu seyretmeyi bırakıp geleceğimizi kendi elimize alabiliriz, geçinebilecek ücretleri de söke söke koparırız.
play-circle icon
6 MIN